9.7.08

içimdengeçenenmanyaklolipopunbirtacıeksiklan-çokgeçbeşarap

Bu kadar kolay olabilseydi keşke, sabahın bu saatinde hala bu derece uyanık ve yeni güne bu kadar hazırlıksız yakalanabilmek.

"kaç, kaçabiliyorsan kaç."

Ramon, ölmek için yanındakilere yalvaran biri olarak oldukça optimistti bunları söylerken eminim. "gülmek, yeterince alışmışsan eğer, ağlayışları saklamanın en kolay yolu. Bazen gülerken ağlamayı da öğreniyorsun." ah Ramon, iyi ki ölmüşsün. İyi ki yoksun -zaten hiç olmaman gereken- aramızda.

Sakladığımız çocukların hala beşi beş para ettiği dönemler. Korkaklıkla, geri zekâlı cesareti arasındaki bir arpa boyu yol, ya kaçmak ya da yeniden başlamaya koşmak. Bakılan yer kadar, uyandırılan her tanrının tokadının şiddeti de önemli. Ne kadar uzaksa, o kadar yavaş, o kadar iyi.

Daha güçlü olmayı ummak, başka biri olabilmeyi arzulamak, kaderi değiştirme erkine nail olmak, “daha iyi...” ile başlayan cümleler kurabilecek kelime haznesine sahip olmak... Yaşanılan hayatı daha yüksek skorla bunlara sahip olmak gerekli değil belki. Zırvalayabilmek, saçmalamak kadar değeri yok gözümde. Ramon'un da yoktu. Ölebildi o. kaçtı belki, korkaklığın daniskasını yaptı. Başardı lakin becerdi; tanrı gazabını puskurdu suratına.

Her sabahın 5'inde günlük karnemi açıklıyorum kendime. Boş geçenler dâhil, yanlış algıladıklarıma yeni anlamlar biçiyorum. İç nahiyemde olan bitenin esamisini tuttuğum anlık pusulaları temize çekiyorum. Yastığa kaçıyorum, yorgan yetmiyor.

Açlığın bastırılamadığı saatler bunlar. Açık bakkal yok, ilerigörüşlükalıncüzdanlıların üç-beş paket sigara zulalayıp da uyudukları saatler. Bir takım denyoların, sabırsız sevişmelerle bezedikleri default gecelerin, ıslak yatakta sonlandırdıkları pire maratonları devam ediyor, duyuluyor göz kapatılınca. Çapları kadar bir odanın merkezkaç kuvvetiyle hayatta salınıyorlar. Ne mideleri bulanıyor, ne saatleri durmuş. Kaçamıyorlar.

Haksızlıklarını suratlarıma kusmak istesem de, çarkın çeken kısımlarında olabilmek bazen, kendimden kaçmak gibi geliyor bazen. Kurtulmak ya kaçmak, içime kaçıyorum; zaferi ben yaşarım yalnız belki. Ama idrak yolları iltihaplanmış, istiyor da istiyor.

"içimdeki çocuk" klişesi sadeleştirilmiş yalnızlık sadece. Şu an farkına varıp, o çocuğu çıkıp hava alsın diye tek başına bakkala yollamak ister. Ne olursa olsun diye asidi kaç(a)mamış kola içirmek, üst üste 4 top dondurma yedirmek, üstelik üstüne sıcak su içirmemek, yarasında pansuman yapmamak ister. Çocuk nazlıdır. İshal olur, dişi çürür, eli kanar, anneye kızar.

Anne kendine mahcup. Annenin eli kesilir ki, yemeyi bile tasavvur edemez, ağzı burnu kırılır. Çocuk kör, hem yogi hiç ölmez ki...

Anne kaçamaz, çocuk içindeyken kaçıştır, fakat kaçılmaz çocuktan; onulmaz yaradan.

Her kaçış, ızdırapların merkezinden bir metre sağa kaymaktır. Sağda ne var bakmadan, sağda ne yok bilmeden. Şansın varsa, gözlerin açıksa ve susmasını biliyorsan, en iyisi bir sen daha vardır.

Çocuk ölü de olabilir, yatağın ıslak da. Saat gecenin 01.00'idir, şarap içmişsindir, yalnız değilken. Şarap şişesi kırılır, bileğin üstüne düşer, yalnız değilken. Yatağın ıslak, yerler kırmızı. Şarap ekşimiş ve sen yalnız değilsindir.

Şanslıysan eğer, ölürken bile yanında çocukluğunla öpüşmek isteyen biri vardır.

Çocuk ölü de olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı