2.2.09

Üç Yeşil Balon (Once upon a time there was a square. A perfect square...)

İnsanın kafasını boşaltmasının en şehvetli orgazmdan daha rahatlatıcı olabileceği gibi bir kıyaslama geldi şu anda kafama. Boşalmaksa boşalmak...

Şu anda kafamda gözümün önüne gelen imgesel bir boşluk var. Nasıl olduğunu anlatayım, şöyle ki...

Genişçe bir kare düşünün. Gözünüzü kapattığınızda içine girdiğiniz düşsel kürenin içinde o da. Ama düzlemde, üç boyutlu değil kesinlikle. Aslında üç boyutlu olan tek şey sizsiniz burada. İşte öyle bir kare. Ve az önce Burden dinlemiş olamanın etkisiyle Opeth'i çağrıştıran bir kare. Siyah tamamen. Bir karamsarlık siyahı mı, yoksa bir boşluk siyahı mı bilmiyorum. Bu karenin içinde bir kare daha var, aslında sadece bir nokta büyüklüğünde belki. Yalnız noktanın büyüklüğü ve biçimi söz konusu olamayacağından, beni nasıl insan olarak betimleyebiliyorlarsa ona da kare demek mümkün. Aklıma bir replik geldi buradan.

-Why are you wearing that stupid bunny suit?
-Why are you wearing that stupid man suit?

Aslında tam da dark, darkest, darko sıralamasındaki darko kadar anlamsal bir "dark"lıktaki bir karenin içinde bembeyaz bir nokta. Obsesif bünyenin kaldıramayacağı bir şekilde bütün simetriyi dalga geçercesine alt üst ederek merkezden çok az uzakta sağ alt köşeye doğru konumlanmış bir nokta. Ne anlam ifade ettiğini bilmiyorum. Bir karamsarlık ürünü mü, yoksa basit ama aslında göründüğünden daha karmaşık bir boşluk mu...
Eğer bu betimlemeyi imgesel bir şiirde kullanıyor olsaydım, insanın aklına gelecek anlamsal çıkarımlardan biri belki de karamsarlığın içindeki bir umut parçacığı olurdu. Öyle değil...

Aşırı derecede parlak. Rahatsız edecek derecede... Sadece kafanızdaki bir imge olmasına rağmen göz bebeğinizi delebilecek derecede korkunç bir beyazlık. Öyle ki bir umut parçacığı bile olsa, "lanet olsun, ben karanlığa boğulmak istiyorum" dedirtecek derecede. Midenizi deşen sancı kılığındaki ışın parçacıklarından sadece biri. Ve ilginç bir şekilde, kafanızdaki her şey sadece en ve boya sahipken, üç boyutlu olabilen bir nokta. Kafadaki bir çelişkinin saf bir ürünü belki de sadece.

Evet, elimizdekilere bir göz atalım. Bir adet zihin. Bu zihnin içinde imgelerin yerleştirildiği bir küre. Küre zihinde, zihin kürenin içinde. Kürenin iç duvarlarında, küreye sarılı olduğundan ilk bakışta şekli bozuk gibi görünen bir kare. Karenin içinde bir nokta. Karenin dışında zaman zaman karenin kenarlarına tecavüz eden bir karmaşa. Renk cümbüşü... Kare nasıl bana Opeth'i çağrıştırıyorsa bu cümbüş de bana dövme yapılan bir yeri çağrıştırıyor. (Bu arada cümbüş kelimesi de bana hep renk çağrıştırır. Ses yapısından sanırım.) Aslında sıradan bir dövme dükkanı (?) da değil, Miami Ink diye bir program var, oradaki dükkanı çağrıştırıyor. Bu renk cümbüşü de aslında küreye işlenmiş dövmeler sanki, yalnız kimi kabartma gibi de duruyor, kimi zaman üç boyutlu. Tam bir karışıklık ve renk uyumsuzluğu söz konusu. Ve kesinlikle midede sancı yaratan en önemli şey. Aslına bakarsanız beyaz noktadan çok daha rahatsız edici.

Doğrusu, ışığı kapatıp o darko kareyle baş başa kalmak ve imgeyi zihnimde daha da canlandırmak için karşı konulmaz bir istek var içimde. Ama yok karşı koyuyormuşum. Yine de ara ara gözümü kapatmaktan alıkoyamıyorum kendimi.

Bütün bu yazdıklarımın okuyucu için herhangi bir amaç gütmediği ya da herhangi sanatsal bir öge ihtiva etmediği aşikar. Midemdeki sancının biraz olsun hafiflemesini istedim sadece. Çok şey istemişim sanırım.

Garip bir his. İçimde bir halat var. Halata organlarım da dahil olmak üzere iki düğüm atılmış. Sıkı bir düğüm değil, sıkılacak bir düğüm. Boğazımda biri, diğeri midemde. İki uçtan çekilip canımı yakmakla yükümlü. Başarılı da.

Bütün bu hissiyatın nedenini biliyorum. Sıkıntı, bekleyiş, dert edinme, kafaya takma vs. Bir çağrışım daha yarattı bu bende. Sadece çağrışımı yazarsam alakasız olacak, açıklayayım da.

"I play dead, it stops the hurting."

Aylin Aslım'ın Björk'ün bu şarkısından (Play Dead) çakma olduğu apaçık ortada bir şarkısı var. Adı aklıma gelmiyor şimdi. Şöyle diyor:

"Uyur (ölür) gibi yapınca, acım diner mi sence?

Tam olarak bunu düşündüm. Dedim uyusam, unutsam. Unutmuş olmak belki doğru fiil olmayacak ama uyuduğum sürece rahat olacağım. Sonra midem gene sancıyacak.

Kafam fazla dolu, yazdıklarım da kabak tadı vermeye başladı çoktan, nokta koymanın zamanıdır artık. O karenin içindeki nokta gibi bir nokta.

İlk paragrafı hatırlıyor musun okuyucu? İşe yaramadı bu, orgazmı kritik etmek lazım bir de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı