1.3.09

İsimsiz (bölüm 1: misket)

hayatının merkezindeki pusulanın camı tozla kaplı, silsen temizlenmez ki hangi bez o kiri yadsır, kim bilir.
saysam kendisi dahi inanmaz gözlerle gözüme bakar, söylediğim yalanların biri bin para, o kadar diyim size. neler çekmiş, kim elini sobaya tutmuş ve daha nice nice suçlar, cezalar…
ne ayrılıklar geldi ki, geçit töreni bir o kadar eğlencesiz ya da donuk. oynamaz, sahnenin oyuncuları aptal, “ben burada ‘heey!’ mi diyordum? yoksa, ‘yuppi!’ diyen miydim?”. kes!
inanmaz, sorsam bana da “inanamam” der. bir meleke değil, anlatamadım. ha doğruluğuna da inanmaz, yeti olduğuna. anlamaz da. dinlemez çünkü. onun kulağı yok, yapamaz. hayatta inanmam buna ben.
***
bir gün birini sever bu. o gün karar verir. “ben,” der “seveceğim onu. hatta bugün, evet sevdim galiba.” sonrasında özler, 10 dakika sonra arzular. ertesi gün kızın adını öğrenir, sonra unutur. kimi özlediğini bilmek ne büyük özlemdir, ah!
evet, ben de bilmiyorum ismini. sayısız isim takma çalışmam oldu, sayısız defa direkten döndüler. hiçbiri oturmuyor nedense, kayıyor.
“onela.” bu olsun. “onela ses ver?”
oldu sanırım.
***
onela, çocuklarla top oynar hep. misketlerini paylaşır, dağ bayır dolaşır ve misket oynayacak çocuk arar. kendi misketlerini ikiye bölüşürler önce, sonra çocuk bunu üter, bütün misketler çocuğun olur. şu ana dek yenildiği 5110 çocuğa misketleri nereden bulduğunu söylememiştir, merak da etmemişlerdir. ben ettim, cevap alamadım. kızdı, korkumdan sustum.
dilenci çocuklara dondurma alır. elinden tutar, dondurma dolabına giderler beraber. “ama buzparmak alma, boğazını şişir onlar.” onu diğer insanlardan ayıran kilit özelliktir.
***
ben onun hiç ağladığını duymadım. sessiz ağlar çünkü. gözlerinin içindeki yarı saydam buğu görünmez olur. sadece göz kapaklarından ses çıkar. ve o ses, ödünü koparır. neden ağladığını da unutur, ağladığını da.
bir de kaval sesinden korkar. ödü kopar, dimağı kilitlenir. sebebi yokmuş bunun. öyle söyledi, inanmadım.
***
onela, benim hiçbir şeyim. onu öyle anarak kimseye duyurmadığım yeteneklerimi ondan da saklamış oluyorum. hüsnü kuruntuludur, kendinden kıskanır, beni yok eder, kovar. bazen bu yüzden intihar edebileceğini bile düşünüyorum. o yüzden o benim hiçbir şeyim, tanımam etmem. aramızda kalsın, öğrenmemeli. lütfen.
onun bi tane uçağı var. bildiğin uçak, iki kanatlı üç motorlu, pervaneli. 12’li araba setiyle beraber almıştı sanırım. ikisi de eski çünkü. misketlerini ona buna vermeyi seven birinin nasıl hala uçağı ve 12 arabası kalabiliyor, şaşıyorum. sorsam, “hadi canım. var mı gerçekten?” der. bu kadar iyi rol yapabilen başka bir insan bulamazsınız. sakın aramayın zaten. yolunuz onela’yla kesişirse, bu sizin için ilk olur. ilk kez onun gibi birini tanımış olacağınız için, duygularınıza hakim olamazsınız. çünkü hiçbir zaman karanlığa gülerel gidemezsiniz. bilirseniz. karanlığı. evet, size bir iyilik yaptım.
***
onela artık mutsuz. başından çok şey geçti. hiç misketi kalmadı. uçağı da kayıp. laf arasında sordum, “nerde uçak?” diye. yok dedi, gitmiş. kabul etmesi bile fena. gitmiş demek. nereye?
gözleri kapalı dolaşıyordur muhtemelen, dedim ben. nereye gittiğini o dahi bilmiyordur. ya misketlerin izinde kurtuluş arıyordur; ya da sadece o da ayrılmak istemiştir. herhangi bi yere.
bana asla ailesinden de bahsetmedi, evinden, annesinden, babasından, onların ne kadar hayvan olduklarından, kış soğuğundan, sobada yanan kitaplarından, okuldan, etine batan dolma kaleminden, babasının hediye ettiği ama zayi ettiği dolma kaleminden, ondan, asla düzeltemediği saçlarından, kedisinden… hiçbirinden bahsetmedi. keşke burnumu sokmasaydım ben de. şüphe etmezdim o zaman.
evini buldum, takip ettim bi gün. bir torba misketle çıktı elinde.
ertesi gün babası peşinden ayakkabı fırlattı, torba yere düştü, gülerek topladı.
sonraki gün, misket kalmamıştı. ama babasının başka ayakkabıları vardı. biri kafasına geldi. düştü. kaldıramadım, görürse bana küserdi. hiç çekemezdim. ayağa kalkmaya çalışmasını izledim, acıyla, öfkeyle.
gidip babasını dövebilirdim, yapabilirdim bunu. gözlerini oyabilirdim, annesini cezalandırabilirdim. eğer ilk kez gördüğüm, gözlerinde onun babası olduğunu yazmasaydı, tanımasaydım. yapardım bunu.
onela da öyleydi.
şimdi kendini cezalandırıyor.
bir gün evden çıktı. hangi ev, kimin evi bilmiyorum, ordaki işini de.
dağ bayır dolaştı. çocuktan misket istedi. çocuk vermedi, çocuktan misketlerin yarısını aldı. çocuğa oyun teklif etti. çocuk reddetti. çocuğu dövdü. çocukla oynadılar, çocuk kazandı. çocuğu dövdü, çocuğun misketlerini aldı. evden aldığı boş poşede koydu. “onlar,” dedi. “onlar benim.”
çocuk ağlıyordu, onela da.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı