10.1.09

saat 9’u 12 geçe

ona baktım. gözlerimi vücudumu hareket ettirmeden daha da yaklaştırmak için; daha yakından ama daha mesafeli görebilmek için yuvarından çıkarmak istedim.

ne gördüm orada, neler hissettim. anlatamam bunları. ama kaybetmedim hiçbir saniyesini. mıknatısı yaklaştırdım gözlerime, onu da çekmesini umarak en ucuna kadar çektim. istediğim olmadı, bulanırken aksi, “ayna kırılsın” dedim, çatlamadı bile.

***

kıyıntı var parmak uçlarımda. kıymık! ufacık, dokunduğumda hissetmiyorum bile. ama yoklamak için sürttüğümde baş parmağıma, acıyor; orada olması bile yetiyor öfkeme.

“oynama, cımbızla çıkartılır o.” derdi eğer sorsaydım ailemin ileri gelenlerine. tecrübeyle sabitledikleri doğrularını suratıma vururlardı. onun morluğu da çiğnenmiş ekmekle geçerdi; yaşlı ağızlarında tükürükle yoğrulmuş.

onu gördüm, ve bastım elimi halının en “kırçıllı” yerine. parmaklarımı derine batırdıkça batırdım, sürttükçe sürttüm. kanırttıkça kanattım ve de. gözlerimi alamadım, keşke çıkarmasaydım kınından. geri girmiyor.

gözlerim olmadan, acıyan parmaklarımı nasıl göz yuvarlaklarıma tıkayacağım, bilmiyorum.

zaten çarpık imajlarla hayal gücüme direnen çatlak aynaya dayanamazken, göz kınımdaki kıymıkları defedemezdim. etmedim de.

***

baktım, baktığım yerde ne göreceğimi bile bilmiyordum ilkin. ilham ya da içgüdü değildi, “bak” dedim, baktım. “gör” dedim, görmedi. ayna kırıldı. iki kişili, aynalı, bol cımbızlı bir dünya kırıldı o an, tam ortasından. kağıt gibi yırtıldı, buz gibi dondu, cam gibi kırıldı. kırıklarından sakındım ellerimi. çoktan kül olmuşlardı, ellerim kirlendi.

yıkamalıydım ellerim. kapkara, kömür karası, kurşun kalem lekesi. sabunlu suyla, bolca, köpürte köpürte. “köpük olmadan temizlik olmaz” hem. uygulamalıydım.

***

üç saat geçti. tam üç saattir elimde gözlerim, göz yuvarımda parmaklarım, kırık ayağımla duvara bakıyorum. ellerim yoruldu yavaş yavaş. o şu an karşımda, bakıyorum. o, bakmıyor ama şimdi ben bakar gibi davranacağım.

çünkü ellerim tertemiz, çünkü aynam dik, çünkü mıknatısım onu çekti. çekti, bir anda. yavaş yavaş değil, hemen, umarsızca, ne kadar hızlı? diye düşünmeden. çabuk.

çünkü aynadan görebiliyorum onu, haliyle yanındaki beni. böylece ne ben onun nezdindeki köpek, ne de o benim. birbirinin sahibi iki sahip, gözlerinden yakın iki kulübe.

***

dördüncü saat. aklımdakilerin dirayetimi yendiği ana denk gelir yere düşen gözlerim. hiç ses çıkmadı, hiçbir şey görmedim. neler umardım kim bilir düşünseydim evvelden. ne dramatik sahneler resmederdim duvarda. onu gördüm, gözlerinin içine baktım. sesini bile duymadım, saçları hareketsizdi, el yazısını bile görmedim hiç, elini tutmadım.

ama elleriyle çatlattı aynamı, ben istedim o yırttı kağıt gibi, sonra buzmuş gibi kırdı ve kül oldu.

hiç ses çıkmadı kıymıkları kırarken parmak uçlarımla. kanadı mı? göremedim…

***

uyandım, koridora baktım. kimse yoktu. bacaklarım uyuşmuş oturmaktan. suyumu içtim, uyudum. saat 9’u 12 geçiyor. uyanmam lazım.

1 yorum:

  1. Çok güzel.. Çok.. En temiz, en derinden, en kalpten bir "çok" bu..

    YanıtlaSil

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı