21.8.09

Kırık

hiçbir organım şu yaşıma kadar kırılmadı. sadece dişim ve tırnağım kırıldı, bazen saç uçlarım.
eski yazılarımdan biri üzerine “saç ve tırnak” ilintisine dikkatimi çektim kendi kendimin. “cesedini bulduklarında hiç saçın olmasın, ve dişlerin ve tırnakların kırılmış olsun.”
sanırım mutluyum şu an. kısmen huzurluyum en nihayetinde. yalnız kalmama rağmen, kendi kendime konuşmamı saymazsak, çok da yalnız değilim gibi. kısa ve yalın cümleler kuruyorum. kendim anlayabilmek için, ben, kendime avans veriyorum. tane tane, hep akla ilk gelen kelimeyi seçerek konuşuyorum kendimle.
geçen hafta içi, bildiğin bok gibiydim. sanırım dıştan bakıldığında, salak salak gülen bir velet bikinili fotoğrafı çizsem de(portresi yazacakken, tüm vücudu kastetmek; o sebeple resmin portrelikten çıkması) insanlarla etkileşimim esnasında yaşadığım majör kopukluklar yüzünden üstüme beklediğim tek şey, şorul şorul akan, gümbür gümbür gelen su idi. sifon.
odaklanma sorunum pek olmadı şimdiye dek, sıkılmamışsam, boğulur gibi olmuyorsam; kendi kendimi odaklanmaktan ırak tutmuyorsam, pek de mümkün bişiy değildi bu.
ama konuşurken kurarken başını unuttuğum cümlenin sonunu getiremeyeceğimin korkusu altında bina etmeye çalıştığım cümlelerin içerisinde sıkılagelmenin yarattığı stresten müzdarip günler geçirdim. fiskemle yerle yeksan olacak salakların egosunu tatmin eden kişi olmak, beni pek mutlu etmemiş olsa gerek, kendimi uzun bir süre gerizekalı gibi hissettim.
ben bunu hiç sevmedim tahmin edersiniz ki.
şimdi nasılım bilmiyorum. yeri ve numunesi yaşanmıyor bi kaç gündür. o sebeple kendimi tahlil edemedim.
ama iyi oluyor böylece. azalan özgüvenimi, hiçbir şeyi yenerek artırma yolunda ilerliyorum. muhtemel sorun: 0, çıkan sorun: 0… 0/0 ? diyenleri kafasından vururum ve evet, bunu yapabilecek kapasiteye sahibim.
***
ailenin ikinci erkeg çocuğu, efelerin en sarışını, dingillerin şahı samet –the brada-, benim yediğim bokun kısmen aynısını yemiş durumda.
şöyle yazıyormuş öss2009 yerleştirme bilgisinde.
“sakarya üniversitesi sapanca meslek yüksekokulu dış tıcaret (İ.Ö)”
ne diyimki?
iyi bok yedin diyorum her görüştüğümüzde, ya ben akılda kalıcı bi örnek değilim, ya da kardeşim beni ve tüm efe ailesini göt etme telaşında. “eğer ben yapabilirsem, kimse serj’in arkasında duramaz. niheh” eğer kardeşim, hin biri olsa idi, korkarım onu öldürmek zorunda kalırdım.
şaka bir yana heyecanlıyım.
ilk öğrendiğimde nasıl stres yaptığımı anlatamam. korktum. rahat kalamıycaktım, evden kaçma sebebim(dolay lama) evime geliyorken, daha ne bok yiyeceğidim?
evde mesimlik abi oluyorum, ona da ne kadar abilik denirse. vekaleten bi mevkiye atanmış sallanmayan devlet memurlarının şefi gibi, masamda solitiare oynuyordum sadece.
ama şimdi işler değişiyor evet.
artık samet, kardeş kontenjanının çok dışında, hayatın biraz daha içinde maalesef.
kendimi o yüzden raistlin gibi hissediyorum artık, hayatın pembe taraflarındaki caramon’un uyanacağı ve kendine geleceği devreleri yanımda yaşayacak olması ne kadar acı.
bunu daha da yakınlaşma fırsatı olarak görüyorum şimdi sadece. şimdi beraber parasız kalabileceğiz, içebileceğiz, ders çalışacağız.
işin karın ağrıtan kısmı, “abi, kız arkadaşım gelecek. bu gece boş odada kalsan?” faslı. bugünü ilk duyacağım gün her şey farklı olacak, kesin.
***
bugün izinliydim, yarın tekrar işbaşı :/
***
benim kırılan kemiklerimi biriktirdiğim bir kutum var. arada, aklıma geldikçe bakıp hayallerini kuruyorum, kutunun boş olmasına nazaran bu daha mantıklı.
boşsa, doldur.
sadece, olsalardı şayet? cümlelerini düşünüp düşünüp kurabildiğim hayallerin sıradanlığından çok rastgeleliği ilgi çekici. nasıl çalıştığını anlamadığı bir rüzgargülü’nü seyreden çocuğun o bakışlarına, korktuğunu vücudunun titremesinden anlayan tasslehoff’un hayalgücünü ekleyin.
bir yere varabilmekten çok, varolabilselerdi ve ben onların varlığını hissedebilseydim uktelerini etin içine koyabilmekten bahsediyorum.
“sana uzattığım elim, birbirine bağlanmış, onlarca kemikten oluşuyor. çoğu bana araba çarptığı zaman oldu. şoför uyuyordu, ben uyumuyordum. diğeri arı sokması, korkup ayağımı kovana çarpmıştım bi de. kolumun üstüne düştüm.
“dokunduğum parmaklarımın ucundaki her bir sinir hücresi, arabanın bagajına sıkıştığında çok daha fazla acımıştı aslında. şimdi daha güzel geliyor.”
***
kutumda büyük hissediyorum, en az bir kürek kemiği ya da kafatası var. içinde beyin.
belki de boylu boyunca uzanmış bir insan ölüsü vardır. çürümeye bırakılıp, kemiğini kendi terketsin diye.
***
herkese hayırlı ramazanlar. oruç sıhhat için elzem bir şeydir bence. bütün gün yemeyip, akşam bütün vücudu çötöng diye doldurmak, şüphesiz ki inanılmaz sağlıklı bişiy. zaten üç tane isviçreli bilim adamı bu mcizeyi farkettikten sonra, müslüman olmuşlar. aferin isviçreliler, bi boka yarıyorsunuz.
bugün fatura yatırmaya çıktım. karnım açtı, bişi yememiştim sabatan beri. efendioğullarına gidip abi börek dedim. paket yapmaya kalktı, yok burda yiyicem dedim, yiyemen dedi.
o da nesi dedim, neden? patron kızıyor dedi.
kenara kıvrılıp(tam manasıyla) yiyip çıktım.
sakarya ramazan’da iğrenç ötesi.
iftara kadar açık bir yer yok. açık olan yerler de inanılmaz tarifelerle iş görüyorlar. normalde maksimum 2 lira olan döner ayran, bir anda 4 liralık bir kalas şeklinde alnınızda patalyabiliyor.
iftardan sonraysa sadece kafeler açık. diğer yerlerde temizlik var. iftarda günün hasılatını toplayan esnaf, son amellerini tteravih öncesi gerçekleştiriyorlar.
yani sakarya’da ve oruç tutmuyorsanız, aç kaldınız demektir.
belki de bu gayrimüslimlere oruç tutmaları için halkbirliğiyle verilmiş bir karardır, bir nevi mindtrick. “madem yemiyorsunuz, oruç tutun.”
oldu.
***
alah herkesin belasını versin bence.
Technorati Etiketleri: ,,,,,,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı