Gecenin bu vakti yazı yazıyor olmamın saatin 03:07 gibi hoş rakamlara sahip olmasıyla uzaktan yakından bir bağlantısı yok elbette. Ama gecenin bu vakti olmasına yorabiliriz belki yazı yazıyor olmamı. Gece güzeldir. İlham vericidir.
Aslında kendi bilgisayarımda olmadığımdan ve kullandığım laptopun klavyesinde parmaklarım gezinmesi hoşuma gittiğinden sadece; güzel ses çıkıyor.
Aslında bu kadar dangalak bir nedenle yazı yazıyor olmam belki ancak küfürle karşılanabilir. Fakat derdim bu değil. Aslında derdimin ne olduğunu tanımlayamamak gibi büyük bir dert içerisindeyim. İçinde bulunduğum boktan durumun adını koyamamak, durumu boktanlıktan kurtarmaktan çok uzak. Belirli tanımların ardına sığınabilmek amaçlı yazıyorum sadece, kelimelerden medet umuyorum, anlamları kucaklamaya çalışıyorum.
Bu bitince bir başkası gelecek, o bitince bir diğeri, bu anlam, kelime arayışı hiçbir şekilde bitmeyecek. Ve ben ne yazacağımı en ufak bir şekilde kurgulamadan, kelimelerin sadece dökülmesini beklerken, yazdığımı takip edemeyecek, kendimi kelimelere kaptırıp gideceğim.
***
Durumların garipliğine de kapılıp gidiyorum. Şey düşün mesela, şehirler arası bir yolda, sapacağın bir yer, evine varacaksın, gideceğin yere ya da, belki yol üzerinde onlarca defa ona benzer yer gördün, ama hiçbiri senin için bir anlam ifade etmedi. Hiçbirine dönüp bakmadın, hiçbirine dikkat etmedin, ama "o" senin için hep farklı bir anlama sahip olacak. Belki onca yol gittikten sonra sana yaşatacağı dinlenebilecek olma hissi, belki evin olduğu için gelen bir rahatlama hissi, belki anılar, belki başka şeyler. Onu "o" yapan şey sana ait olmasıysa, hepsi aslında rastlantısal bir kurgudan ibaret.
Deniz otobüsünde gördüğün X kişisi. Senin için X olarak nitelendirilebilecek kadar random, X olarak nitelendirilebilecek kadar X. Onun iki dakika önce yüzü gülerken, iki dakika sonra telefonda hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağlıyor olmasının, sana ufak bir merak uyandırmaktan başka hiçbir etkisi yok. Belki bu yazıda geçirmeyecek olsan, bir da hatırlayamayacaksın. Hafızanın en ufak köşesini onunla doldurmaya bile tenezzül etmeyeceksin. Ama sonra ne haber almış olabileceğini düşünüp çeşitli senaryolar kuruyor ve onu bir şekilde bu yazının içine dahil etmeyi planlıyorsan o artık senin için bir "o" oluyor. Bir kimlik kazanıyor. Adının hâlâ X olmasının hiçbir önemi yok. Onun (belki) almış olduğu ölüm haberi seni hiçbir şekilde etkilemiyor. X'i tanımıyorsun. X'in ölen yakını ise sana Y olmaktan bile uzak. Onun ölümü senin için bir doğa kanunu olmaktan öte değil. Doğduk ölüyoruz. Ama o X senin için bir an Ayşe, Fatma olup randomlıktan çıktığında, hatta bu yazına soktuğun ve hâlâ X olarak kalması şeklinde de olsa, onun ölen Y'si senin için bir anlam teşkil etmeye başlıyor. Adı Ayşe, Fatma olduysa "o" da Ahmet, Mehmet oluyor ve ölmüş olması sana bir şekilde dokunuyor. Y olması bile sana bir şekilde paragraflar dolusu şey yazdırmaya sebep olabiliyor. Ama bir an o Ayşe, Fatma'nın sen, ölen Ahmet, Mehmet'in de senin Y'n olduğunu düşünsek, o zaman doğa kanunlarına bile karşı çıkacak bir isyan başgösteriyor içinde. Çünkü Y artık bir "o" ve ölüm de artık "o" ölüm.
Ayşe'nin, Fatma'nın, Ahmet'in ve Mehmet'in hayatına girmesi ise başta belirtildiği gibi rastlantısal bir kurgudan ya da kimilerinin kader dediklerinden ibaret.
***
Herhangi bir zaman, herhangi bir şekilde düşündüklerimi anlatmaktan öteye gitmiyorum. Ama bunları anlatıyor olmam da aslında kurgunun bir parçası. Belki uzun bir girizgah, belki başarısız bir kurgu. Belki de hiçbir amacı olmadan, bir konuşma sırasında anlatabileceğin, ama konuşma sırasında anlatması imkansız olacak kadar karmaşık bir düşünce ağına sahip, kelime dağarcığına sahip şeyler.
Bazen düşündüklerimi anlatabilmek için kurguyu çizebileceğim kağıt kaleme ihtiyacım olur. Çünkü çizerek anlatmak en rahatı.
Bir süredir şöyle bir düşünce var kafamda. Biraz garip ama, sanırım beynimin çalışma şeklini anlamış olmam mümkün. Aslında düşününce çok saçma bir olay olarak görünüyor. Yani bir makinenin, ben şu şekil programlandım demesi gibi. Ama sanırım insan olmamızın getirdiği şeylerden biri de bu. Kendi kendini kurmak ya da nasıl kurulduğunu algılamak.
Uzun denebilecek bir zamandır yapmaya çalıştığım şey, insanların beyinlerinin çalışma yöntemlerini algılamak. Kendi beynimin çalışışını algılayışımda bunun çok büyük yardımı oldu. İnsanların basit mi karmaşık mı düşündükleri belirli bir gözlemden sonra kestirmek mümkün. Bunun sonucunda insanların tepkilerini kestirmek de mümkün oluyor.
Kendi beynimin analizi sonucunda beynimin çok kategorize çalıştığını fark ettim. Çok karmaşık bilgileri işlemekte biraz zorlanma durumum söz konusu. Ama eninde sonunda bunları da bir şekilde beynime sokmayı başarmak zorunda kalıyorum, fakat bu her şeyi adım adım algılamak ve işlemekle mümkün oluyor. İşte bu yüzden bir şey anlatırkenki kağıt kalem ihtiyacım, ki aslında bu yüzden çoğu zaman yazarak daha iyi iletişim kurduğumu düşünmem.
***
Konunun neresinden buraya daldığımı bilmiyorum ama nereye gideceğimi kestiremezken aslında kendimi istediğim yere götürdüğümü fark ettim. Yazarak iletişim kurmadaki zorluk insanın aslında her zaman yazabilecek durumda olmaması. Düşünceler toparlanmaz, toparlamak istemezsin, görmek istemezsin, yüzleşmek istemezsin. Ama konuşma, anlatma ihtiyacı her zaman hasıldır ki bunu yapamayınca da çıldırmanın eşiğine gelirsin. Üstelik bir yerden sonra kendini kendine anlatmak seni hiçbir şekilde tatmin etmez olur. Herhangi bir şekilde şizofreniyi tatmadığın sürece de belirli bir iletişim gerçekleştirdiğini söyleyemediğin için tatmin olmayacaksındır. İletişim = Alıcı <- Verici. Formülünde kendi kendine konuşmak gibi, kendi kendine yazmak da alıcı ve vericiyi aynı kişi yerine koymaktır ki yazıları başkasına okutmak bile aslında tam olarak bu alıcı durumunu değiştiriyor sayılmaz. Mühim olan geribildirim alabilmektir, tepkidir; ki aldığın yorum, üzerinde konuşulması ve şuku verilmesi bile durumu bir gıdım ileriye götürecek değildir.
Konuşarak iletişmenin önemi bir şekilde burada çıkar ki, insan ilişkilerinde de bir süre sonra ortaya çıkan durum söylenenleri sadece dinleme, he deyip geçme olayından ibarettir. Böbürlenerek anlattığın bir olayda götü kalkık işte tepkisi görmek, tevazu gösterdiğinde, salak kendini satamıyor damgası yemek, biraz empati görmek istediğinde, hmm deyip geçilmek veya mutlu olduğunda, birtakım kösteklerle karşılaşmak bir süre sonra ortada kendiliğinde oluşan ve belki de alışılması gerekilen şeyler. İletişilen insanın yakınlığıyla da alakalı bir yerde. Ya da ben son zamanlarda çok fazla paranoyaklaşmaktayım.
Belki de bütün bu paranoyanın cereyan ettiği durumlarda bir kendi içine kapanma, düşüncelerini hiçbir şekilde dışarıya sızdırmama ve duygularını belli etmemeye çalışma söz konusu. Duygular konusu biraz daha karmaşık. Onları hiçbir şekilde belli etmemeye çalışırken, aradan bir süre geçtiğinde fark ettiğin aslında onları insanlara karşı kaybettiğin oluyor. Bir şekilde daha fazla bir şey hissedememe durumu, insanlara karşı duygu besleyememe durumu hasıl oluyor. Sanırım bir zamanlar eleştirdiğim kişilerin analiz ettiğim durumlarına düşmekteyim. Her şeyin bu kadar farkında olup da bunları hiçbir şekilde değiştirememek de orada bir yakınına tecavüz ederlerken elin kolun bağlı oturmaktan çok farklı değil.
Düşünceleri kendine saklamak aslında o kadar vahim sonuçları var gibi görünen bir durum değil. Fakat kendinizi hiç anlatmadığınız için kimsenin sizi anlamadığından yakınma gibi bir durumunuz sürekli mevcut olabiliyor, ama aslında bundan hiçbir şekilde yakınma hakkınız olmadığıını da çok net biliyorsunuz. İnsanların sadece gösterdiğiniz kısımları bilmeleri ve sizi bundan ibaret sanmaları aslında onların salak olduğunu ve görünmeyenin ardındakini görmeye çabalamadıkları için boş olduklarınızı düşünmenize sebep olsa da sorunun kaynağı sizden başkası olmuyor çoğu zaman.
Kaybetmediğiniz son duygu kırıntısıyla da kendinizi tamamen anlatabileceğiniz, hiçbir şekilde yargılanmadan en saçma düşüncenizi bile aktarabileceğiniz, iletişmek için kağıt kalem kullanabileceğiniz ve yazdığınız bu saçmalıklarla dolu rastlantısal kurguyu bile okutabileceğiniz birini bekliyorsunuz.
Pardon siz hangi masalda yaşıyorsunuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder