dur!
tam orada ruhunu teslim et, akbilin bitsin, telefonu dün akşam tek
çubuktayken şarja takmayı unutmuş ol, kredi kartını diğer çantanda unut,
son anda niyetli olduğunu hatırla, tansiyonun düşsün, kalbin dursun.
tam orda dur lütfen.
kimin ne olduğuyla alakalı olan sorunlarımı, anlayamadığım herkese
sordum. bir takım cevaplar verdiler, kısmi tatmin oldum, belki biraz
neşelensinler diye rol yaptım emin değilim.
şimdi biri dedi ki, “abi ben gerçeğin izini arıyorum. benim için
hayat sadece güzele erişirken, nefsimin kontrolden çıkmasını
engellemek.”
“abi,” dedim, “nefs ney?”
dedi ki, “abi işte şey oluyor. bir şeyi istiyorum, ama aslında yanlış onu istemem, elde etmem. o şey nefs.”
dedim ki, “neden istiyorsun peki?”
dedi ki, “şeytan abi, o kulağıma fısıldıyor.”
dedim
ki, “dur, orada dur. neden istiyorsun. buna neden ihtiyacın var.
ihtiyacın var mı gerçekten, yoksa sadece o öyle istiyor diye mi
arzuluyorsun?”
dedi ki, “abi ben zaten gerçeğin izini arıyorum. benim için gerçek, istemediklerimdir.”
dedim ki, “realizminin gözünü öpeyim. sen çok şeker bir şeysin.”
dedi ki, “sağol.”
diğer birine dedim ki, “sen aslında iki ayaklı, gözleri ve
kulaklarınca kaydedip, ellerince ifade eden ve ayaklarınca anlayabilen
bir insansın değil mi? gidemezsen, dinleyemezsin. çünkü duymak
istediklerin asla yanında olmazlar. yanındakiler, duymak istemediklerini
bağıran insanlarla doludur. o kadar kalabalıklardır ki, sana
istediklerini söyleyebilecek olanlar, zaten gönülsüzler, o insan
duvarını aşmak için şimdilerinden feragat etmezler.”
dedi ki, “ya
hocam. koşarken ayağım tökezliyor gibi oluyor, elimi defalarca pedal
çevirir gibi havaya vuruyorum, birden dimdik durduğumu farkediyorum.
yorulduğumu farkettiğimde, saate bi bakıyorum, ohoo çoktan saat 4 olmuş.
biliyorsun, 4’ten sonra koşulmaz. metabolizmanın öz hızının….”
orda kaçmaya başladım.
kendime rastladığımda, geride bıraktığım bir sürü insan gölgesinin
hiçbirinin ayağıma dokunmamış olduğu gerçeği, yalnız yatağım ve düş
seanslarım arasındaki zaman farkının sesini duymama sebep oldu. kendim
ordaydım. ayaktaydım bildiğin. ama sanki uçuyormuş gibi. öyle bir yer
var. biliyorum. düşünü gördüm önceden. ama orada olmam imkansız.
fabrikalarda, renk üretilmiyor çünkü.
ya da dakikalar, zamanlar; belki yeşil belki uzak.
sonra uyanmışım. kalbim kurduğum gibi atıyor. vurduğu ölüyor.
zaman
sarıdan hakiye çalmış bile. ve oradaki hareket, sanki az sonra
başlayacakmış da, super slo-mo’da normalden 1000 kat yavaşmışçasına
izliyormuşum gibi. ivme eksi yönde başlar. geriliiiir, geriliiiiir. ve
atış!
kırmızı.
dur!
önünden geçen her bir yaya, yokluğun ve hiçliğin timsalidir. her
birey, bitebildiği an ölür ve öldüğü an koşman gerekir. “beni bırakın,
siz devam edin.” taktiği vietnam’da denendi ve başarısız oldu. o yüzden
denemeyin. başarısız olun yine. ben oldum. günaydın.
dur. devam edersen sıradaki şarkıyı duyamayacaksın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder