10.8.12

STFU

dur!
tam orada ruhunu teslim et, akbilin bitsin, telefonu dün akşam tek çubuktayken şarja takmayı unutmuş ol, kredi kartını diğer çantanda unut, son anda niyetli olduğunu hatırla, tansiyonun düşsün, kalbin dursun.
tam orda dur lütfen.
kimin ne olduğuyla alakalı olan sorunlarımı, anlayamadığım herkese sordum. bir takım cevaplar verdiler, kısmi tatmin oldum, belki biraz neşelensinler diye rol yaptım emin değilim.
şimdi biri dedi ki, “abi ben gerçeğin izini arıyorum. benim için hayat sadece güzele erişirken, nefsimin kontrolden çıkmasını engellemek.”
“abi,” dedim, “nefs ney?”
dedi ki, “abi işte şey oluyor. bir şeyi istiyorum, ama aslında yanlış onu istemem, elde etmem. o şey nefs.”
dedim ki, “neden istiyorsun peki?”
dedi ki, “şeytan abi, o kulağıma fısıldıyor.”
dedim ki, “dur, orada dur. neden istiyorsun. buna neden ihtiyacın  var. ihtiyacın var mı gerçekten, yoksa sadece o öyle istiyor diye mi arzuluyorsun?”
dedi ki, “abi ben zaten gerçeğin izini arıyorum. benim için gerçek, istemediklerimdir.”
dedim ki, “realizminin gözünü öpeyim. sen çok şeker bir şeysin.”
dedi ki, “sağol.”
diğer birine dedim ki, “sen aslında iki ayaklı, gözleri ve kulaklarınca kaydedip, ellerince ifade eden ve ayaklarınca anlayabilen bir insansın değil mi? gidemezsen, dinleyemezsin. çünkü duymak istediklerin asla yanında olmazlar. yanındakiler, duymak istemediklerini bağıran insanlarla doludur. o kadar kalabalıklardır ki, sana istediklerini söyleyebilecek olanlar, zaten gönülsüzler, o insan duvarını aşmak için şimdilerinden feragat etmezler.”
dedi ki, “ya hocam. koşarken ayağım tökezliyor gibi oluyor, elimi defalarca pedal çevirir gibi havaya vuruyorum, birden dimdik durduğumu farkediyorum. yorulduğumu farkettiğimde, saate bi bakıyorum, ohoo çoktan saat 4 olmuş. biliyorsun, 4’ten sonra koşulmaz. metabolizmanın öz hızının….”
orda kaçmaya başladım.
kendime rastladığımda, geride bıraktığım bir sürü insan gölgesinin hiçbirinin ayağıma dokunmamış olduğu gerçeği, yalnız yatağım ve düş seanslarım arasındaki zaman farkının sesini duymama sebep oldu. kendim ordaydım. ayaktaydım bildiğin. ama sanki uçuyormuş gibi. öyle bir yer var. biliyorum. düşünü gördüm önceden. ama orada olmam imkansız.
fabrikalarda, renk üretilmiyor çünkü.
ya da dakikalar, zamanlar; belki yeşil belki uzak.
sonra uyanmışım. kalbim kurduğum gibi atıyor. vurduğu ölüyor.
zaman sarıdan hakiye çalmış bile. ve oradaki hareket, sanki az sonra başlayacakmış da, super slo-mo’da normalden 1000 kat yavaşmışçasına izliyormuşum gibi. ivme eksi yönde başlar. geriliiiir, geriliiiiir. ve atış!
kırmızı.
dur!
önünden geçen her bir yaya, yokluğun ve hiçliğin timsalidir. her birey, bitebildiği an ölür ve öldüğü an koşman gerekir. “beni bırakın, siz devam edin.” taktiği vietnam’da denendi ve başarısız oldu. o yüzden denemeyin. başarısız olun yine. ben oldum. günaydın.
dur. devam edersen sıradaki şarkıyı duyamayacaksın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı