10.3.10

Yeşil bir çizik, beyaz üzerine.

"Önüm, arkam, sağım, solum, saklanmayan ebe sobe." dedi, soluk giysiler içindeki kız. Etrafta kimse yoktu, herkes saklanmış olmalıydı ama daha önce oradalar mıydı emin olamıyordu. Sobelenmenin tedirginliğiyle iki adım attı, çevresinde bir tur döndü, sonra bir çember çizdi. Kendi düşüncelerinden başka hiçbir şey duymadı ve arkasına saklanılacak bir sürü ağaç gördü sadece.

Yumduğu yeri bıraktı. Bir adım attı. Bir parçasını orda bıraktı.

Bir ağacın arkasına baktı, sonra gözlerini kapattı.


***


Nefes nefese kalktı kadın. Ve korkuyla… Ciğerlerini sökmek istercesine öksürdü önce; sonra istemeye istemeye, sigarayı azaltmalıyım diye geçirdi içinden. Başucundaki bardakta bir yudum su buldu, biraz rahatlattı bu onu ve rüyasındaki koskocaman ağaçlara gitti birden.



***


Bembeyaz yatağında sakince uyandı. Yalnız uyanmaya başladığından beri alışmak amaçlı bir oyun hâline getirmişti bunu. Elini yatağın diğer tarafına vurup, sobe dedi, geçen onca yalnızlığı bir oyunla alt edebilecekmiş gibi.


***


Hayatına şöyle bir baktığında, her şeyin bir tekrardan ibaret olduğunu anlayıp en içten haliyle gülümsemişti. Artık ne olacağını kestirebiliyordu. Tanrı’yla bunca yıldır yaşadığı varlık çekişmesi, ona samimi davranmaya oynayan insanların gülümsemeleri kadar anlamsız görünmüştü şimdi. Hiçbiri onun şu anki gülümsemesine erişemeyecekti ve ölümsüzleşti o gülümseme dudaklarında donup kaldığı anda.

Tanrı, bir ağacın arkasında.


***


"Şu an ölmek ne garip olurdu"
diye geçirdi içinden. Uçuruma değil ama, gökyüzüne bakıyordu o sırada. Şu anda ölmek ne garip olur. Hiçbir neden yokken, hiçbir dert, hiçbir sıkıntı yokken. Sadece yaşamanın yorgunluğundan ölmek. Daha fazla yorulmamak için ölmek. Belki de uçmanın nasıl bir şey olacağını öğrenme isteği için sırf, ölmek. Kendini gökyüzüne çıkarcasına bıraktı sonra yukarıya. Kapalıydı gözleri.


***


Kökleri gölgesinde oturduğu ağacın köklerine karışmış gibi hissetti gözlerini açtığında. Öylesine yerdeydi. Öylesine sağlam.

En dipteyken, her şeyin ya da aslında hiçbir şeyin en dibindeyken, ölmek nasıl olurdu?

Kökleri bu kadar toprağa salınmışken, Tanrı onu bu kadar kuşatmışken nasıl olurdu ölmek?



***


Mutfağa gitti. Gözleri açık mı kapalı mı algılayamadı, ama tek gördüğü beyazdı. Işık gibi. Bir bardak su aldı kendine. Rutin ve sıkıcı hayatına dahil olan ilk şeydi görmeden el yordamıyla evin içinde işlerini halledebilmek. Suyu masaya koydu ve ezeli rakibiymişçesine geçip karşısına düşmanca bakışlarla oturdu. Köklerden yukarıya taşınır gibi, tüm dallara yayılır gibi yayılacaktı birazdan içinde. Belki de bırakıp gitmenin en kolay yoluydu sudan vazgeçmek. Özgürlüğe attığı en basit ama en zor adım olacaktı.

Bir yudumda bitirdi suyunu, içeri televizyon izlemeye geçti.


***


Koşturuyordu. Kendisi durduğu yerdeydi, beyni koşuyordu. Hayat birikmişti bir yandan, sobelemek üzereydi, yetişmek için koşuyordu. Düşe kalka koşuyordu. "Yetişmeliyim" dedi, bağırdı, "sobelemeliyim".

Sonra ayağı bir ağaç köküne takıldı. Yere kapaklandı ve bir daha kalkamadı.


***


Anlamsız bakışlarla halıdaki ağaç desenini inceledi kadın. Ses çıkarmaya gücü yoktu, yüzüyse düşmüştü çoktan, bir daldan kendini koyuveren ufacık bir yaprak misali. Düşüp yerle buluşunca duyguları, bir kez, son bir kez daha sobelendi.

Kadın sustu.

Hırsı köklerinden okundu.


***


“Uçmak böyle bir şey olmalı diye geçirdi”
içinden. Yerle hiçbir bağının kaldığını hissetmeden… Kendi sınırlarını düşünmeden ve kendi içine düşmeden… Bu nokta uçtuğu nokta olmalı; ölmek istediği nokta; ölebileceği, ölümü kabulleneceği nokta… Her şeyin bittiği ve hiçbir şeyin başladığı… Hiçliğin uçtuğu nokta…

Biri dallarının ucuna dokunmuştu.


***


Karanlık bir labirente bırakılmış ufak bir çocuk gibi hissetti kadın kendini. Korkuyla etrafındaki ağaçları seyretti. Sobeleyebileceği kimse yokken, bu oyuna kıstırılmasının amacı neydi? Onu bu oyunun içine çeken hangi eldi?

Buraya kimseyi bilmeden geldi.
Ve kimseyi bilmeden de gidecekti.


***


Hayatın tek sobelediği oyuncusuydu soluk giysiler içindeki kız.
Bir ağaca yumdu. Ve saymaya başladı:

“Bir, iki, üç…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı