31.3.11

Bin Hayat

Anlatılmış en basit hikayelerden bir farkı yoktu. Bir ev manzarası resminin içinde bulunan/bulunması şart olan klasik bir çerçeveden farkı yoktu. Sayı saymayı yeni öğrenmiş bir çocuğun, sıralamayı tamamlarken son sayıları bilmediği için benzer ve anlamsız kelimeler söyleyerek kusurunu örtmesi kadar klasikti. Dört, beş, altı, yedi, seriz, dogz, om...

Karnında bir sancı vardı, diğer klasikler gibi. Onlarda bu anlamsız duyguyu "sancı" diye adlandırırlardı. Nevi şahsına münhasır diye adlandırabileceği hiç bir şey kalmamıştı artık. Düşünebiliyordu, konuşabiliyordu fakat bunlar ona bir fayda sağlamıyordu. Karnındaki "sancı". Diğerlerinin karnındaki sancıyla aynıydı. Kasvetli havalardan bahsediyordu. Sanki bunun başka bir betimlemesi varmış gibi. "Kasvet" sanki sadece onun kullandığı bir kelimeymiş gibi.

***

Kullanılmış bir orospu çocuğundan başka bir şey değildi...

Kağıt parçalarından daha kıymetsiz olduğunu bile bile, sürekli bir umudun peşinde koşma çabasının ona verdiği gelişmiş kaslar ve karnında anlamsız acının amacını düşünmekten başka ne çaresi vardı ki... her zamanki programlarından öteye gidemeyen ve bir şeyler için çabalarken bile bunun yanında kaybını görebilen nadir insanlardandı...

Kim gelmiş kim geçmiş düşünmeden sadece kendisini nereye sürüklediğini düşünen adam.. bu adam nerede?

***

Her gün aynı saatte masasının başına geçiyordu, her gün aynı saatte... Hiç şaşırmazdı, saat 4 te masasının başına geçer ve daktilosundan çıkan seslerin gelmesini beklerdi. Bu işi edindiği zamanlar ne düşündüğünü merak ediyordu şimdilerde. Annesinin "oğlum doktor olacak" klişesini aklına getiriyor ve sürekli geçmişe dair düşüncelere dalıyordu. Daktilosundan ses gelmesini beklerken kafasındaki seslerle meşgul oluyor, edindiği işi kaybediyordu. Kazançlarını sayamazken kafasında "zaten kelimesi burda kullanılamaz" gibi aptal kurallar doluyor ve kınama isteği gittikçe arıyordu. Neyi? nedir, bunlar onun kaybettikleri mi kazandıkları mı ? Yoksa basit bir hikayede konu olacak kadar mı standart?

Nedir, kalbinin atışları mı yoksa atmayışları mı etkileyen?

Çevresinden gelen tavsiyeler "caba" konumunda, bakkal Murat, Postacı Ahmet, mahallede herkesin tanıdığı ve gözünün üzerinde olduğu Alev ve kırmızı sporayakkabılarıyla yırtık bir topla sürekli duvara şut çeken küçük Ozan'dan başka bir çevresi yoktu. Bir zamanlar kaybettiği ve aslında pekte samimi olmadığı Uğur amcasının, babası küçük olduğu için kafasına kaktırarak "bu çocuktan bir şey olmayacak, geleceğini garantile bari" gibi çivilemeleri sayesinde ve ufak tefek küçük işlere girerek kazandığı 3-5 kuruştan başka hiç bir geliri yoktu. Sabahları yapacak hiç bir şey bulamadığı için bir şeyleri sabitlemeye çalışma sabit-düşüncesi yüzünden saat 10 da kalkar, 10 dakka sonra 10 adım ilerdeki bakkal Murat a gider ve 1 ekmek alırdı, çöpünde her 3 günde bir 1 küflü ekmek bulabilirdiniz. 10:10 geçe duvara şut çekmeye çalışan Ozan'ı gördüğü zaman "bugünde diğer günlerden biri" diyerek "neden erken uyanmadım ki" cümlelerini ardarda düşünüyordu.

-nasılsın Murat abi,
+iyidir gülüm, sen nasılsın?
+eh işte aynı şeyler.

Ne alacağını bile söylemez, Bakkal Murat poşete 1 ekmek ve 1 paket sigara koyar ve "iyi günler" derdi. Bakkaldan çıkınca gözleri gizli gizli etrafı keser ve uzun zamandır süren yalnızlığına dair bir ters tepki - doğal olarak - olan karşı cinse karşı aşırı ilgiyi örtemeyecek kadar keskindi etrafı kesişleri. Eve girer ve masanın üstüne ekmeği bırakır, dolaptaki bir kaç dilim peyniri dışarı çıkarır ve çayın demlenmesini beklerken Televizyonu açıp siyasetçilere ve pop şarkıcılarına küfür ederdi. Televizyon kısa esler verdiği zaman küçük Ozan'nın top oynarken çıkardığı sesler ve her seferinde dışardan evinin 2 kat aşşağısındaki Mert abinin oğlu küçük Deniz'e "Hadi aşşağı gel top oynayalım" seslerini duyarak kahvaltısını eder ve ne yapacağını düşünmeye başlardı.


***

Her uyandığında televizyonu açardı. Çevresindeki diğer kızlar gibi düşünmüyordu. Aslında onlar gibi olmaya harcadığı çaba onu yormuştu. Çünkü duyarsızlık ona çok huzurlu geliyordu. Bütün kızlar duyarsız değildi elbette. Sadece onun çevresindekiler bu duruma uygundu.

Bugünlerde televizyonu açmak bir işkence gibiydi. Yine her sabah olduğu gibi uyanır uyanmaz televizyonu açtı. İçi burkuldu, nefesi kesildi, lanet okumaya başladı. Bunlar her sabah olduğu gibi nüksediyordu. Biri başka bir "biri" ni bombalıyordu. İnsanlar ölüyor, çocuklar ağlıyordu. Bir erkek eşini ve çocuklarını doğramıştı, Ülkenin siyasi makamları üstü örtülü bir şekilde hala "sizler salaksınız" diyordu. 15 yaşında çocuklar dilendiriliyordu. Yaşlı bir teyze günü bitirmek için uzandığı/uzanmak zorunda olduğu bankta donarak ölmüştü. Yani her şey aynıydı. Günün başlaması için yeterli düzeyde pislikleri depoladı ve dışarı çıktı. Herhangi bir yoldan geçerken üzerine üzerine gelen sapıkça bakışları görmezden gelmeye alışmıştı. Küfür ede ede ilerliyor etrafına bakmadan yürümeye çalışıyordu.


***

Daha 5 yaşındaydı, dışarda arkadaşlarıyla top oynamak, yerlere tebeşirle bir şeyler çizmek, duvarlara kale çizmek ve daha nicesi. Buydu onun hayatı. O tüp niye patladı ! neden? Neden onun evinde yangın çıktı? Neden annesini ve babasını kaybetti? Neden? Başka bir ev yanamaz mıydı? Başka 5 yaşında bir çocuk yok muydu? Niye o?

***

12 yaşındaydı, arkasındaki tanklara o kadar alışmıştı ki artık bunun bir doğallık olduğunu sanıyordu. Postallarıyla sert sert toprağa basan askerleri görmek istemiyordu artık. Petrol falan diyordu etrafındaki büyükleri, ne petrolü? petrol nedir? Arkadaşlarına soruyordu petrol nedir diye, siyah! O kadar siyahki içlerini karartmış.

***

Vurmak zorundaydı, o gün o bardan çıkarken elindeki silah damarlarındaki alkol kadar gerçekti, ama bir gerçek diğer gerçeği düşünmesini engelledi. O vurmak zorunda olduğunu düşünüyor ve o elindeki silahın buz gibi yapışkanlığının farkında olmuyordu. Bastı... Bastı tetiğe, hiç bir şey eskisi gibi olmayacak artık mahallesinde yürüdüğü o sokakların hayalini kuracaktı. Bastı tetiğe, artık yanına gidebileceği bir kız arkadaşı yoktu, artık kardeşim dediği arkadaşlarının yanına gidip birer bira eşliğinde dertleşemeyecekti. Bastı tetiğe, her şeyi değiştirdi. 10 dakikada 2 hayat değişti. İkiside ölüm, biri parmaklıklar ardında olsada.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı

Buraya Kadar İnebilenlerin Kahvaltısı